Kaan Polat Cüreklibatır'ın Kaleminden Türk Futbolu

04.08.2023 - 15:22 | Son Güncellenme: 05.08.2023 - 15:40

Kaan Polat Cüreklibatır, Türk futbolundaki düşüşün sebebiyle ilgili " 'Yabancılaşma " başlıklı bir yazı kaleme aldı. İşte Cüreklibatır'ın yazısı...

Kaan Polat Cüreklibatır'ın Kaleminden Türk Futbolu

Kaan Polat CÜREKLİBATIR

İstanbul’da bulut mavisi bir gün, yemyeşil bir saha, ter içinde çocuklar koşturuyor. Küçük oğlum Sarp, minicik ayaklarıyla topa vurmaya çalışır, başardığı zaman sevinç çığlıkları atar, mutlu olurdu. Bir şölen, bayram yeri gibiydi saha.

Tatlı çığlıklar, şakalar, güzel dostluklar başladı. Hepsi mutluydu, Hiç yabancılık çekmemişti. Çünkü o minicik futbol oyunları, o minik yüreklerini hayat boyu devam edecek bir yaşama sevinciyle beslemişti.

 

Küçük yaşta, minik yüreğinde hissettiği sevinç, onu ömrü boyunca ailesine ve ülkesine faydalı bir genç yapacaktı. İçinde yaşadığımız sistem; hız ve haz çağının getireceği yeni yabancılaşmalara karşı, yaşama sevincini tatmayan çocuklara karşı daha da hazırlıklıydı. 

Peki, bu yabancılaşmaya hazırlıklı olmayan çocukların yüreklerinde, ileride ne gibi bunalımlar yaratabilirdi?  

Gelin bu konunun tartışmasını, bir film üzerinden devam edelim.  

Yönetmenliğini Yasujirō Ozu’nun yaptığı ‘Tokyo Story’ filmi, gelişmiş toplumlardaki yeni yaşam tarzının yabancılaştırdığı insanı anlatıyor. 

Gelişmiş toplumun bu özelliği, bir yerden sonra, insanı hem annesine hem babasına hem de kendi kendine yabancılaştırıyor. 

Eş, dost göremeyecek kadar acımasız, bir çarkın içerisinde kendini harcamak zorunda kalıyor.  

İlgini Çekebilir
'Fan token, 'değer erozyonu'...
Habere Git

Filmin konusu 

Sevgi, saygı, emek, hoşgörü, vicdan gibi temel değerlerden uzaklaşan evlatların ilgisizliği, hor gören ve aşağılayıcı tutumları, yaşlı anne ve baba da hayal kırıklığı yaratır, içten içe belli etmeselerde üzülürler, geride bıraktıkları kızlarını bahane ederek kasabalarına geri dönerler.    

İster misiniz, o iç acıtan diyaloğu bir hatırlayalım. 

Yaşlı anne ve baba, Tokyo’ya geleli sadece birkaç gün olmuştur. 

Çocukları tarafından bir otele terk edilen yaşlı anne ve babayı, deniz kenarında bir beton duvara oturmuş, ufka bakarken görüyoruz.  

Tomi, ailede birşeylerin yanlış gittiğini hissederek, eşine o münzevi soruyu sorar. 

Tomi- ‘’- Sorun ne? Dün gece uyuyamadığın için böyle oldu.’’ 

Shukishi – ‘‘ Sen iyi uyudun ama...’’ 

Tomi - ‘’Gözümü bile kırpmadım.’’ 

Shukishi - ‘’Burası, gençlere yönelik bir yermiş.’’ 

Tomi - ‘’ Acaba Kyoko şuan evde ne yapıyordur?’’ 

Shukishi - ‘’Hadi eve dönelim.’’ 

Tomi - ‘’Şimdiden ev hasretine mi düştün? 

Shukishi – ‘’Asıl eve gitmek isteyen sensin. Tokyo’yu gördük, Atami’yi de gördük. Eve gidelim artık.’’ 

Tomi - ‘’Evet’’ 

Yaşlı karı koca oturdukları yerden kalkarken, Tomi’nin başı döner. Kasabaya döner dönmez de, ani bir hastalığa yakalanır ve ölür. 

Çocukları, annenin ölüm telgrafını aldıklarında çok da üzülmezler ve yas tutmak için kasabaya gitmeyi bile kendilerine zul sayarlar, hep bir yoğunluk , meşguliyet içinde görürler kendilerini.  

Ailesini, kişiliğini, tarihsel köklerini yadsıyarak mutlu olacağını düşünen çocuklar için ne büyük çelişkidir bu. 

Onlar artık, kendi kendine yabancılaşmıştır.  

İşin yıldırıcı yanı nedir bilir misiniz? 

Yeni yaşam tarzının bu özelliği, Tokyo olsun, İstanbul olsun, bütün gelişmiş toplumlar için geçerlidir.  

Çünkü kapitalizm ulaşmaya çalıştığı daha fazla kar için, sürekli yeni ihtiyaçlar yaratır, bireyi bu konuda kışkırtır. Kapitalizmin başarı diye gösterdigi şey; reklamlardaki hayat standardına ulaşmaktır. İnsanoğlu başarı diye gösterilen şeye ulaşsa bile doyuma ulaşamaz. Oysa reklamlardaki hayat pahalı, kazanılan para ise sınırlıdır. İnsanın içinde sürekli bir mutsuzluk oluşturur. Kendisine sunulan yaşam biçimine erişmek için, insani duygularını köreltir ve kendini harcamaya başlar.  

Filmi izledikten sonra, Türkiye’de oynanan futbolu düşündüm. Futbolumuz ,Tokyo’daki o yeni yaşam tarzına ne çok benziyordu.  

Son derece gelişmiş, rekabetçi takımlar kuruyorduk. Bunun için yüz milyonlarca dolar para sarf ediyorduk. En iyi yabancı futbolcuları yurt dışından getiriyorduk. Bu futbolcuları getirmekle kalmadık, daha da fazlasına gittik. Yabancı kuralını serbest bıraktık. Yüzlerce otoparklık, VIP localı, metro-otoyol kenarlarına stadyumlar inşaa ettik. Futbolumuz için bu fevkalade gibi görünüyordu. O şartlar içerisinde ülke futbolunun, gelişmesi adına atılmış büyük bir adım izlenimi veriyordu.  

Acaba sahiden öyle miydi? 

Türk futbolu, bu gelişim macerasından sonra batmıştır. Kulüplerin gelirleri, giderlerini karşılayamaz duruma gelmiştir. ‘’Türk takımları Avrupa Kupaları’nda başarısız sonuçlar almaya başlamıştır. 

Türk takımlarının ve milli takımımızın almış olduğu olumsuz sonuçlar, Türk futbolunun uluslararası sıralamadaki yerlerini de düşürmeye devam ediyor. Nitekim bu bağlamda, bugün itibariyle Türkiye’nin UEFA’da 13, FIFA’da ise 32. sıraya gerilemesi, mevcut sportif performansın ne kadar yetersiz olduğunu, şiddetli sportif kuraklık çektiğimizi gösteriyor.  

Peki nerede hata yapıyoruz? 

Avrupa’nın kendi sistemi içerisinde başarılı olduğu futbol politikalarını, kendimize heves edip, futbol yapımızın içerisine uygulamışız. Oysa ki, onlar kendi doğal gelişmeleri içerisinde, bunları kurmuşlar ve başarılı olmuşlardır.  

Biz tamamen ayrı bir çerceve içerisinde yaşarken, o futbol politikalarını, kendi içimize alarak, gelişmeyi bir taklit meselesi gibi düşünüp, bu işin içinden çıkmak istemişiz. 

Sonuç tabi ki gün gibi ortadadır. 

Tokyo’da yaşayan çocukların, anne babalarına yabancılaşmaları gibi, yabancı bir sistem içerisinde yetişmiş Türk sporcuları da, kendi takımlarına yabancılaşmış. 

Türk kulüpleri farklı yapılara sahip olmakla beraber, yabancı kulüpler gibi olmayı heves etmişlerdir. Avrupa’nın önde gelen kulüplerinin mali ve ekonomik yapılarına ilgi duymuşlar ve bir taklit rekabetine girmişlerdir. Taklidi de çok yanlış uygulayıp, iflas etmişlerdir. Birçok vasat yabancı futbolcu, yabancı serbestliği sebebiyle, gelişigüzel transfer edilerek hem kulüp paralarının çarçur edilmesine, hem de yetenekli genç Türk futbolcularının önünün tıkanmasına sebep olmuştur. Türk sporcuları kulüplerinde yeteri kadar şans bulamadıkları için aidiyet duygusunu yitirmeye başlamışlardır. Futbolcuların kılık kıyafetleri, saç kesimleri, giydiği ayakkabılar sahadaki performanlarından daha çok konuşulur hale gelmektedir. Futbolculara dolar-euro’yla maaşları ödenmektedir. Kur arttıkça borçlar da artmaktadır. Televizyonlar, futbolu bir ürün haline dönüştürerek, şifreli kanalardan taraftarı müşteri profine dönüştürmektedirler. 

Tüm bu taklit yapılanmalar bizi bir takım bunalımlara götürürmektedir. 

Ne Yapmamız Gerekiyor? 

Bizim yapmamız gereken şey, kendi geçmişimizden hareket ederek, çağdaş uygarlığın temelini oluşturan bilimsel yöntemleri kullanarak kendi değerler sistemimizi yaratmamız gerekiyor. 

O zaman uygulamalarımız bir taklit olmaktan çıkıp, gerçek bir gelişme olacaktır. Türk sporcusu tarihten gelen sağlam kökleriyle, her branşta gelişip yükselecektir.

Senin için hazırladığımız haberler